Yaşam

Şiir ne kapıyı dinler ne duvarı ne de kilidi

Sonsuzluk, sonsuzluk ve ikisinin ortasında uzanan geniş bir dünya. Cihan iki belirsizliğin ortasında sıkışıp kalmıyor, aksine büyüyor ve yayılıyor. İlhan Sami Çomak’ın ‘Sonunda Yaşıyoruz’ kitabını okurken ilk hissettiğim şey buydu. İlk şeyi söylüyorum, çünkü gittikçe yayılan başka birçok şey var ve sanırım tam da bu yüzden bu makaleyi yazıyorum. Şiirin içimize işleyen acıyı derinleştirme ve ebediyen içimizde olan acıyı iyileştirme yeteneğini bir araya getirmek, ikisiyle aynı anda yüzleşmek. Kim bilir!

İlhan Sami Çomak 1994’ten beri cezaevinde. 30 yıla yakın olacak. Şiirleri, bir şairin hapsedilmesinin dizelerinin de hapsedildiği anlamına gelmediğinin açık bir delilidir. Çomak içten dışa bakarak değil, içten dışa yaşayarak yazar. Çünkü hayat tüm özellikleriyle, tüm katmanlarıyla onun şiirine girmiştir. Nemli odun, “Ey ağacı oymuş nem!/ Uzun bir yağmur kokusuyla geçiyorum senden”; taş, “Ezberlediğim bütün şarkıları unuttum: / Taş gelmez sen gel!” mısralarına dönüşür. Bu çizgiler hem ahşabın ve taşın doğasını hem de yaşamdaki rollerini ve işlevlerini yansıtıyor. Ahşaba nem veren yağmur kokusu, taşın ağırlığı, hareketsizliği ve birinin (belki sevgilinin) gelişindeki işlevsizliği.

İlhan Sami Çomak’ın hayali gerçekçi bir şiiri var. Hem güçlü imajlar kurar hem de gerçeklik ekseninden sapmaz. İçinde bulunduğu yıkıcı gerçekliğin keskin bir şekilde sınırlandırılmış alanı, özlediği başka bir gerçekliği yansıtırken, kendi çizgilerinden ve doğallığından kopmadan bununla baş etmesini sağlıyor diye düşünüyorum. Bu özelliği onun şiirini çok daha güçlü kılmaktadır. Örneğin yukarıdaki mısralardan sonra şiirin devamında “Demiştim, tekrarla:/ Taş hatırlamaz, sen hatırlarsın!” Çomak mısralarını besteliyor. Evet, taş hatırlamıyor. Ancak hayali bir düzlemde ele alacak olursak, taş insana yaklaşabileceği veya hafızası ve hatırlama yeteneği olduğu için doğayı bulandıran ve onu gizemli bir hale dönüştüren eksen kaymaları olabilir. (Taşın hafızasından bir şiirimde bahsetmiştim!) Meğer otuz yıldır karşınızda duran bir taş şimdi hiçbir şey hatırlamıyorsa, ya mistik anlamlar yüklesek ona. BT? Yine hatırlamıyor.

Gerçekliğin terazisi, hayal gücünün gerçeklik ekseninden sapmadan çok uzağa sıçramasına neden olur. Sınırsız rüya; ama gerçekte. Mağduriyet de öyle. Aşk da. Doğa, Çomak’ın şiirlerinde çok yer kaplar ve doğa dediğimiz şey hayatın ta kendisidir!

“Deniz bilgim bu kadar/ Ama durmadan yüzmek istiyorum!” diyor bir şiirinde. Tıpkı şiirdeki gibi “Aşk bilgim bu kadar!/ Ama ben hep seni düşünüyorum!” Ayetlerle de karşılaşıyoruz. İnsanı denizden ve aşktan uzak tutmanın ne alakası var diye sormayacağım, buna kimsenin mantıklı bir cevap verebileceğini sanmıyorum. Konuyu dağıtmadan şiirin içinde kalmak ve sadece mısralara odaklanmak adına bu kez “bilgi” konusuna değinmek istiyorum. Bilgi denen şey aslında burada deneyimdir. Karşımızda hem deniz hem de aşk tecrübesinden mahrum kalmış bir şair var. Yoksa “Bu kürekler ve kayıklar senin için, günbatımında/ Denize düşen güller bir nur olsun dokunsun sana/ Susadıkça aşk besledin, tarlalarınla” mısralarını yazanın kimse itiraz edemez. koynunda”, ne deniz ne de aşk hakkında bu kadar az şey biliyor.

Sonunda Yaşıyoruz, İlhan Sami Çomak, 96 sayfa, Manos Kitap, 2022.

“Bütün gün geceyi derinleştiriyorum/saçlarını düşünüyorum;” Ayeti okurken derinleşen bir gece mi yoksa aşk mı sorusu akla gelir. Bu da aşk ilminin içinde yer alır. Hele “İçtiğin suyun berraklığını ağzımda taşıyorum” mısrası… Sadece sevgiyi değil, kadim su bilgisini de taşıyor.

İNSAN KOKUSU İLE EN GÜZELİ

Bu coğrafya muhtemelen susmaya zorlananlardan; en çok susmaya çalışanların coğrafyası (ama tarih gösteriyor ki susmakta pek iyi olmayanlar, yeri geldiğinde yüksek sesle konuşanlar). Ancak İlhan Sami Çomak’ın denediği susma eyleminin anlamı çok daha geniştir: “Yalnızlık elimi tutuyor/ Tam da unutulduğum yerde/ Susmaya çalışıyorum bugünlerde”. Kalabalıkların ortasındaki yalnızlık, hatırlanacakların/hatırlanacakların ortasındaki unutkanlık değil bu; daha fazla. Kendinden önceki mısralarla birlikte ele alındığında, şiirin öznesinin neden susmaya çalıştığı daha iyi anlaşılır. “Fotoğraflardan öğrendim:/ İnsan en güzel kokusuyladır”. İnsan kokusunu fotoğraflardan öğrenen/öğrenmeye zorlanan insanın yalnızlığından, unutkanlığından ve nihayet susmaya çalışmasından bahsediyoruz. Bu sessizlik elbette sıradan bir sessizlik olamaz.

Bu yüzden hakikat, küçükten büyüğe, azdan çoka doğru çizgilerini genişletir. Denize ve sevgiye, yani suyun ve yeryüzünde var olan duygunun en büyüğüne karşı temkinli ve alçak gönüllüdür. Sanırım bu yüzden benim hakkımda bilgisinin bu kadar olduğunu söylüyor. “Bulutların ağırlığıyla” adlı şiirinde “Yağmur birden durur/ Islaklık sözlüklerde ima edilir:/ 1- Havuz. 2-Nehir. “Deniz” satırlarıyla karşılaşıyoruz. Direk denizde ıslanmak yerine önce havuzu sonra nehri “ıslanma” olarak gösterir. Sonra denize ulaşır.

İlhan Sami Çomak içten içe sesleniyor ama şiirleri, hayatı ondan biraz daha fazla kucaklama şansına sahip pek çok kişiden daha fazla neşe ve umut içeriyor. Bu, direkt olarak kendi iç dünyasına odaklanmak yerine, kendi iç dünyasına sığdırdığı dış dünyaya odaklanmasından kaynaklanıyor sanırım. Dış dünya, fotoğraflarda görülen ya da çocukluk anılarında yaşayan dış dünya olsa bile!

“Ama göğe bakan ve zili çalan kadınlar/ Uzak bir yerden beni duymak ne güzel!” der İlhan Sami Çomak bir şiirinde. Seni de duyuyoruz İlhan, göğe bakıp çeng çalan hanımları da. Çünkü şiir ne kapıyı dinler, ne duvarı, ne kilidi, ne de arayışı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu